Bizi yapamadıklarımızla değil yapabildiklerimiz ve size benzeyen yanlarımızla görün.
Engellilere Yönelik Tutumların Değiştirilmesi
Tutum
Tutumun Kapsamı
Tutumun Tanımı
Tutum Kavramının Temel Öğeleri
Engellilere Yönelik Tutumların Değiştirilmesi
Tutum Oluşturucu Öğeler
Tutumun İşlevleri
Engellilere Yönelik Tutumların Değiştirilmesi
Tutum ve Davranış ilişkisi

ENGELLİLERE YÖNELİK TUTUMLARIN DEĞİŞTİRİLMESİ

 

TUTUM

Tutum terimi sosyal psikolojide genel olarak bir bireye atfedilen ve onun psikolojik bir nesneye ilişkin düşünce, duygu ve muhtemelen davranışlarını organize eden bir eğilime işaret etmek için kullanılmaktadır.



TUTUMUN KAPSAMI

Tutumun ne gibi özeliklere sahip olduğunu saptamak, her şeyden önce onu tanımlamada bize önemli bir katkı sağlayacaktır. Bu nedenle tutumun kapsamlı bir tanımını yapmadan önce tutum kavramının genelde neleri çağrıştırdığı, hangi genel özelliklere sahip olduğuna kısaca bakmakta yarar var. Tutum kavramı genel olarak bireyin çevresindeki herhangi bir olgu veya nesneye ilişkin sahip olduğu tepki eğilimini ifade eder. Başka bir deyişle tutum, bireyin bir durum, olay ya da olgu karşısında ortaya koyması beklenen olası davranış biçimi olarak tanımlanabilir. Bir eşya, bir tasarım, bir durum, bir olay ya da bir birey veya bireyler grubu tutumun konusu olabileceği gibi, herhangi soyut bir kavram, olgu ya da durum da mutluluk, mutsuzluk, iyi, kötü, yüce, tanrı vb. tutuma konu edilebilir. Örneğin, A kişisine karşı olumlu duygular beslerken B kişisi sizde olumsuz birtakım duygular yaratabilir. Bu demektir ki A kişisine karşı olumlu bir tutum içindeyken B kişisine karşı tutumunuz olumsuzdur. Aynı şekilde inançlı olmak Tanrıya karşı olumlu tutumu ifade ederken inançsız olmak bunun tersi bir tutum olarak anlaşılabilir. Farklı ırktan insanlara sempati duymamak ırkçı bir tutumun yansıması olurken savaş karşıtı eylemlere katılmak barış yanlısı bir tutumun ortaya konması anlamına gelebilir. Kısaca bir durum, olay, nesne ya da kişi karşısında belli bir tavır ortaya koymaya, davranış göstermeye hazır olma durumu olarak bilinen tutum ile bireyin kişilik özellikleri, içinde yer aldığı toplumsal ve kültürel çevre, toplumsallaşma süreci, bilgi birikimi ve yaşam deneyimleri arasında yakın bir ilişki vardır. Ancak bunlar üzerinde ayrıntılı olarak durmadan önce tutumun nasıl tanımlandığına bakmak yararlı olur.

 

TUTUMUN TANIMI

Tutum, bireyin kendine ya da çevresindeki herhangi bir nesne, toplumsal konu, ya da olaya karşı deneyim, bilgi, duygu ve güdülerine (motivation) dayanarak örgütlediği zihinsel, duygusal ve davranışsal bir tepki ön eğilimidir. Burada sözü edilen toplumsal konu bir birey, bir ürün ya da bireyin yarattığı herhangi bir şey olabilir. Burada önemli olan nokta, bireyin sahip olduğu deneyimleri, bilgi birikimini, duygularını ve güdülerini nasıl bir örgütlenme içerisinde birbiriyle ilişkilendirdiğidir. Yani bireysel düzeydeki örgütlenme yapısıdır önemli olan. Örgütleme belli değerlendirme süreçlerine bağlı olduğuna göre, söz konusu deneyimler, bilgiler, duygular ve güdüler biçim değiştirdikçe aralarındaki ilişki biçimi, dolayısıyla örgütlenme biçimi de değişir. Buna bağlı olarak tutumlarda da değişim ortaya çıkar. Gençliğinde değişimci fikirlere açık olan biri, yaşının ilerlemesi, yaşam koşullarının iyileşmesi ya da aile kurumu içerisinde başkalarının sorumluluğunu alması ya da paylaşması süreci içerisinde değişimci fikirlerden giderek uzaklaşır.

Diğer yandan önyargılar, dolaylı ve yanlış bilgilenmeler sonucunda belli bir konu, durum ya da kişiye ilişkin geliştirilen birtakım tutumlar, doğru ve yeterli bir bilgilenme süreciyle birlikte değiştirilebilir. Diğer yandan duygu, deneyim ve bilgi yapısında ortaya çıkan değişim söz konusu öğeler arasındaki örgütlenme biçiminin, dolayısıyla ilişki ortamının da değişime uğraması durumunu ortaya koymuştur. Bu da o kişinin örneğin, içinde yer aldığı siyasal, toplumsal, ekonomik yapıya, kısacası sisteme ilişkin tutumunun değişiklik göstermesi anlamına gelir. Buna bağlı olarak söz konusu kişinin aile yaşamına bakışının, başarı olgusunu algılayışı, çocuk yetiştirme anlayışı vb. içinde yaşamakta olduğu düzenin çeşitli düzeydeki kurum ve örgütlerine yönelik tutumlarında değişiklik olmasına etki ettiği gözlenir. Bununla da kalmayıp söz konusu kişinin mevcut sistem içerisinde yaşamın tümüne ilişkin tutumunda da değişim söz konusu olabilir. Aynı şekilde kısa boylulardan nefret eden birinin kısa boylu birine âşık olduktan sonra onlara ilişkin olumsuz tutumunun tümüyle olumlu bir zemine kayması da yine bireyin kişilik yapısını oluşturan duygusal, deneyimsel, bilgisel ve güdüsel öğeler arasındaki örgütsel ilişkinin değişime uğramasının bir göstergesi olarak algılanabilir. Dolayısıyla da bireyin kişiliğinin biçimlenmesinde önemli olan duygusal, davranışsal, bilişsel ve deneyimsel öğeler arası örgütlenme biçimi özellikle de kamuoyu ve propaganda konularıyla ilgilenenler için oldukça önemlidir. Nitekim insanların kanaat ve tutumlarını yönlendirmeye ilişkin çabaların önemli bir kesitini, yukarıda sözü edilen duygusal, deneyimsel, bilişsel ve davranışsal öğeler arasındaki örgütlenme biçiminde değişiklik yapılması oluşturur. Bu nedenle de tutum ve kanaat yönlendiriciler, öncelikle hedef olarak belirledikleri insanların kişilik yapılarında belirleyici olan söz konusu öğeler arasındaki örgütsel yapıyı analiz etmelidirler. Kişiliğin örgütsel yapısındaki öncelikli ya da baskın öğeler saptandıktan sonra kanaat ve tutum yönlendirme çalışmaları uygun bir program ya da kampanya çerçevesinde uygulamaya konulur.

 

Örneğin, materyalist bakışın egemen olduğu ileri düzeyli kapitalist bir ülkede yaşamakta olan kişilerle, manevi kültürel öğelerin egemen olduğu bir uzak doğu ülkesinde yaşayanları hedef alan propaganda kampanyaları arasında farklılık olmalıdır. Çünkü birincisinde bilişsel öğe baskınken ikincisinde duygusal öğenin egemenliği söz konusu olabilir. O halde birincisine yönelik olarak gerçekleştirilecek bir propaganda kampanyasında bilişsel öğe öncelikli olarak hedef alınırken ikincisinde duygusal öğeyi hedefleyen mesajlara ağırlık verilmelidir. Propaganda etkinliklerinde propagandacı çoğu zaman kişilik yapısını oluşturan söz konusu öğeler arasındaki örgütsel ilişkiyi değiştirme yolunu deneyebilir. Bunun için de özel birtakım yollara başvurulabilir. Mesajların süreklilik içinde tekrarlanması, şok mesajlar verilmesi, sürprizler, şaşırtmacalar vb. birtakım teknikler bu amaçla kullanılabilir. Böylece bireyin kişilik yapısını oluşturan öğeler arası ilişki, yani örgütlenme biçimi, uygulamaya konulan propaganda kampanyasının hedefleri doğrultusunda değişikliğe uğratılarak kampanyanın başarıya ulaşması sağlanmaya çalışılır. Özetle söylemek gerekirse bireyin kişilik yapısını oluşturan duygusal, bilişsel, davranışsal, deneyimsel öğeler arasındaki örgütlenmenin düzeyi ve biçimi tutum ve kanaat yönlendirme çalışmalarında asla göz ardı edilmemesi gereken bir noktadır. Tutumun, bireyin, bir nesne, kişi ya da durumla ilişki kurma anında, davranışa geçme öncesinde aldığı tavır, ortaya koyduğu duruş, başka bir deyişle eyleme hazırlanma ya da hazır durma hali olduğunu söylerken bireyin, bir otomobil, bir kitap bir senfoni bir öğrenci, bir öğretmen, bir söz, bir hareket bir başka bireyin tutumu veya milyonlarca nesne içinden şu veya bu yolla, daha önceden, kendi denem-bilgileri içinde yer almış olan herhangi bir duruma, nesneye, kişiye vb. karşı sergilediği tavırdan (davranış ya da duruş biçimi) söz etmiş oluyoruz. Gündelik yaşamda yaptığımız basit gözlemlerden biliyoruz ki, günlük yaşantısını sürdüren insan kendi gereksinim ve arzularına karşılayabilmek için birçok nesne ile ilişki kurar, başka bireylerle etkileşir ya da iletişir, birtakım durumların içine dâhil olur; bunlardan bazılarını arar, seçer ve kullanır, diğer bazılarını ise görmezlikten gelir, ilgisinin kapsamı dışında bırakır, kendisinden uzaklaştırır. Birey bütün bunlarla ilişkiye geçer geçmez bir “karar” alır. Bu “kararı” o şekilde alır ki, “düşüncelerini durdurma” gereğini bile duymaz. İçinde bulunduğu anın koşullarına göre ne tür bir faaliyete girişmek isterse, çevresindeki nesnelerden bazılarını, amacına ulaşmada yararlı olacakları varsayımı ile seçer ve kullanırken, amacı açısından olumsuz olabilecekleri kendisinden uzak tutar. Sayıları çok az olan ve doğuştan var olan refleksler, yaşamın akışı içinde edinilen denem-bilgiler aracılığıyla geliştirilir. Sözgelimi ısıtıcıya ilk kez dokunuşunda elini yakan çocuk ısıtıcıyı kaçınılması gereken bir nesne olarak görmeye başlar. Okula başladığı ilk gün öğretmeninden azar işiten çocuk okuldan nefret edebilir vb. çevremizde sıkça karşılaşılması olası bu tür örneklerden de görüldüğü üzere yargılar ve onlar etrafında oluşan tepki biçimleri, yaşam boyu karşı karşıya kalınan durumlar, içine girilen ortamlar içerisinde edinilir ya da güçlendirilir. Öte yandan yargıların ortadan kaldırılması da olanaklıdır. Örneğin, köpek korkusu olan biri, evde bir köpek beslemeye başlayınca bu korkusundan kurtulabilir. Deniz korkusu olan biri yüzmeyi öğrendikten sonra bu korkusunu yenebilir vb. pek çok örnek verilebilir. O halde nasıl ki yargıların ortaya çıkması ve güçlendirilmesi denem bilgilerle mümkün olabilmekte, aynı şekilde yine denem bilgiler yoluyla onlardan kurtulmak da olanaklıdır. Bir durum, nesne ya da kişiye yönelik bir tepki ya da tavrı ortaya koymaya hazır olma durumu bir kez gerçekleştirildikten sonra söz konusu durum, nesne ya da kişiye yönelik tepki ya da tavır istikrarlı bir süreklilik gösterebilir. Bu da zaman içinde bireyin davranışlarının kendi içinde tutarlılık göstermesine zemin hazırlar. Başka bir deyişle bireyin tepkilerinde ve tavırlarındaki tutarlılığın süreklilik kazanması aynı zamanda onun davranış kalıplarının da birbiriyle eşgüdüm, uyum içinde biçimlenmesine katkıda bulunur. Sözgelimi demokratik kişilik yapısına sahip birinin, yaşam biçimini de o çizgide hoşgörüye dayalı tutum ve davranışlarla yönlendirmesi gibi. Öte yandan belli bir durum, nesne ya da kişiye karşı, belli bir tepkide bulunmaya hazır durma hali, ardışık eylemli tepkilerin seyrinde bir değişme olup olmamasını da belirler. Kısacası, kaynağını, bireyin sahip olduğu denem bilgiler, duygular, davranışlardan alan tutum, kendinden sonraki denemler için de yönlendirici bir etken durumuna gelebilmektedir. Tutumların yönlendiricilik özelliği onların aktif ve dinamik yönlerini gündeme getirir. Bu yönüyle tutumlar, bireyi, birtakım nesneleri veya kişileri araması, bazı durumların ya da olayların oluşmasına etki etmesi yönünde harekete geçirir. Alport’un ileri sürdüğü gibi, tutum, bir eylemin başlamasından o eylemin kullanılıp-bitimine kadar geçerli alan organize edici aktif bir ilkedir. Çünkü tutum, bireyin bir nesne, olay, durum yâda kişi ile ilişkilendirilmesi ve bu bağlamda da bir eylemin başlatılması sürecinde etkin rol oynayan bir öğedir. Başka bir deyişle tutum, tavır alışa ya da tepkiye konu olacak ilişki ya da etkileşim ortamının ortaya çıkması ve eylemin başlatılmasından bitimine dek geçen süreçte baş- tan sona etkin bir rol üstlenir. Buradan anlaşılmaktadır ki tutum etkileşim ortamının doğmasından ve eylemin başlaması sürecinin öncesinde aktif olarak etkisini göstermeye başlamaktadır. Bunun göstergesi ise bireyin tavır alışına ya da tepki göstermesine hedef olan durumun ortaya çıkmasından önce bireyin bir gerilim içine girmesi, kaygı duyması ya da coşkuya kapılması, sevinç duyması vb. duygusal, bilişsel, davranışsal ya da ruhsal anlamda bir ön yönelim ortaya koymasıdır. İşte bu ön yönelim sürecinin başlamasından itibaren tutumlar, söz konusu süreçteki etkin rollerini üstlenirler. Sözgelimi, siyasal seçimler hiç gündemde değilken önceki seçimlerde oy verdiğimiz, dolayısıyla da iktidara gelmesine etkide bulunduğumuz siyasal partiden uzaklaşmamız ve sonraki seçimlerde onun muhalifi konumundaki siyasal partiye oy verme kararı almamız bir ön yönelim olarak nitelenebilir. Özetle, tutum, bir eylemin tamamlanması yönünde uygun görülen nesneleri veya uyarıları arar, seçer, reddeder veya eylemin ilerleyişi sırasında ortaya çıkacak olan başarı veya başarısızlıklar yoluyla bu eylemin değerlendirilmesi için referansta bulunabilecek esasları saptar. Böylece söz konusu eylem gelişmesine devam ederken, tutum, eylemin değişikliğe uğramasına neden olabilir. Öte yandan zaman zaman da eylemin gidişatı tutumun yön değiştirmesine etki edebilir. İlk tanıdığımızda sempati duyduğumuz birine, zaman içerisinde daha iyi tanıdıkça sempatimizi giderek yitirebiliriz. Aynı şekilde oy vererek iktidara gelmesine katkıda bulunduğumuz bir siyasal partinin hükümetteyken sergilediği yanlış uygulamaları gördükten sonra taraf değiştirebiliriz. Tutumlar, eylemlerin ortaya çıkması ve gelişmesi sürecinde etkin role sahiptirler. Aynı şekilde eylemler de gelişim süreçleri içerisinde, kendilerine etki eden tutumların değişiklik göstermesinde etkin olabilmektedirler. Bu durumda denebilir ki tutumlar ve eylemler bir bakıma karşılıklı etkileşim içindedirler, yani güçlülük derecelerine göre biri diğerine etki edebilmekte, onu pekiştirmekte ya da değiştirebilmektedir. Ama bu karşılıklı etkinlik durumu genelde eylemin ortaya çıkması sürecinden itibaren söz konusu olabilmektedir. Oysa eylemin ortaya çıkması sürecinden önce etkin ve güçlü konumda olan her zaman tutumdur. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi tutumlar yalnızca eylemin başlama sürecinden itibaren etkinlik göstermezler, öncesinde de etkileri söz konusu olmaktadır. Yani eylemin ortaya çıkmasında tutum önemli bir etkiye sahiptir. O halde tutum ve eylem arasında etkililik açısından bir karşılaştırma yapmak gerekirse tutumun öncelikli bir etkinliğe ve güce sahip olduğu söylenebilir. Buraya kadar tutum konusunda yapılmış tanımları gözden geçirerek ve onlardan yararlanarak iletişim alanında geçerliliği olabilecek bir tanım geliştirmeye çalıştık. Tutumlara iliş- kin farklı yaklaşımlar incelendiğinde görülmektedir ki her ne kadar bazı araştırmacılar tutumları, evrenin doğaya ilişkin olan ve toplumsal olan- tümünü kapsayan genel bir kavram olarak ele almakta iseler de bu bütünsel ve kapsayıcı yaklaşım, tutumlara ilişkin tanımlara da yansımış bulunmaktadır.

 

 


TUTUM KAVRAMININ TEMEL ÖĞELERİ


Tutumu tanımlamak üzere ortaya konulan bunca çabanın temel nedeni, tutuma, özellikle de psikoloji ve sosyal psikoloji alanlarında daha işlevsel bir kullanım alanı açacak kavramsal bir yapı ve işlev kazandırmak amacıdır. Bu noktadan bakıldığında tutum tanımlarında göze çarpan önemli bir noktanın, tutum kavramının, bireyin çevresindeki toplumsal olgulara karşı gösterdiği bir tepki ön eylemi olarak ele alınmasıdır. Bu yaklaşım tutum tanımlarının hemen tümünün ortak paydası olarak dikkat çekmektedir. Buna göre tutum kavramı öncelikle toplumsal tutumları ifade etmektedir. Başka bir deyişle tutum, toplumsal bir olgu olarak değerlendirilmektedir. Tutum tanımlarındaki bir diğer ortak payda ise, tutumların duygusal ve zihinsel (bilişsel) öğelerden oluştuğuna ilişkin kanıdır. Bazı görüşler tutumların, yalnızca duygusal tepki ön eğilimleri oldukların ileri sürmektedirler. Oysa zihinsel süreçlerin de tutumların oluşmasında ağırlıklı bir önemi olduğu bilinmektedir. Söz konusu tanımlarda göze çarpan ortak paydalardan biri de tutumların oluşumunda bilgi, inanç ve duyguların sistemli ve sürekli bir örgütsel ilişki içinde olduklarıdır. Bu da tutumların oluşumunda öğrenme sürecinin varlığını ve önemini göstermektedir. Öğrenme süreci aynı zamanda tutumların değişkenlik boyutunun gündeme gelmesine yol açmaktadır. Buna göre tutum değişmez, durağan bir olgu değildir. Tutumların yukarıda verilen tanımlarında dikkat çeken bir diğer ortak nokta ise birçok psikolojik değişken gibi tutumların da gözlemlenemeyen, gizli değişkenler olduğu ve ancak çeşitli davranış biçimlerinden (söz, tavır, jest, mimik... gibi) çıkarsadıklarıdır. Bu noktada da tutumları, isteklendirme olgusuyla ilişkilendirmek mümkündür. Özetle söylemek gerekirse tutuma ilişkin tanımların geliştirilmesinde önemli rol oynayan toplumsallaşma süreci duygusal ve zihinsel süreçler, öğrenme süreci ve isteklendirme gibi birtakım öğeler aynı zamanda tutumun kavramsal bir nitelik kazanmasında etkili olmaktadır.

 

TUTUM OLUŞTURUCU ÖĞELER

Tutumların zihinsel, duygusal ve davranışsal olmak üzere üç oluşturucu öğesi vardır ve bu öğeler arasında genellikle örgütlenme, dolayısıyla da iç tutarlılık olduğu varsayılmaktadır. Bu varsayıma göre, bireyin bir konu hakkında bildikleri (zihinsel öğe,) ona nasıl bir duyguyla yaklaşacağını (olumlu, olumsuz, nötr) ve ona karşı nasıl bir tavır ortaya koyacağını (davranışsal öğe) belirler. Bireyin bir nesne, durum ya da kişi hakkında zihinsel, duygusal ve davranışsal anlamda ortaya koyduğu duruş onun tutumunu yansıtır. Dolayısıyla da tutumun oluşması için söz konusu üç öğe arasında örgütsel ve uyumlu bir ilişki ve eşgüdüm olmak zorundadır. Zihinsel, duygusal ve davranışsal öğeler arasında bir iç uyum ve örgütlenme, yani eşgüdüm olmadığı sürece tutumun oluşması da mümkün değildir. O halde oluşturucu öğeleri açısından ele alındığında tutum, söz konusu üç öğenin kendi aralarındaki örgütlenmeleri sonucunda ortaya çıkan bir duruş, tavır alıştır. Buna göre tutum bir tepki gösterme biçimi değil, belli bir tepkinin ortaya konulmasının bir ön aşamasıdır. Yani birey, belli bir duruma, nesneye veya kişiye yönelik bir tepki ortaya koymadan önce o tepkiye hazırlık olmak üzere bir tavır alır, bir duruş ortaya koyar, başka bir deyişle birey belli bir tepki biçimi göstermek için kendisini belli biçimde konumlandırır ve o tepkiyi ortaya koymaya hazır duruma gelir. Söz gelimi, bir arkadaşımızla karşılaştığımız zaman sevinç gösterisi yapıyorsak, bu, ona o anda sevgi duyduğumuz için değil, ona karşı öncesinde bu duyguya zaten sahip olduğumuz içindir. Ya da görmekten hoşnut olmadığımız birine karşı önceden duygusal, zihinsel ve davranışsal anlamda bir tavrımız zaten vardır.

 

 

A)DUYGUSAL ÖĞE

 

Çevre ile ilgili bilgi, duyum ve deneyimlerin sınıflandırılmasının yanı sıra, bu sınıflandırmaların olumlu, olumsuz olaylarla, arzulanan ya da arzulanmayan amaçlarla ilişkilendirilmesi söz konusudur. Böyle bir ilişkinin varlığı tutumun duygusal öğesini temsil eder. Ancak duygusal öğe diğer iki öğeden bağımsız olarak varlık kazanmaz. Bireyin deneyimleri, bilgi birikimi, yani zihinsel öğe duygusal öğenin gelişmesinde önemli bir etkendir. Bireyin herhangi bir tutum konusuna olumlu ya da olumsuz duygular içinde olması önceki deneyimleriyle ilişkili bir durumdur. Eğer herhangi bir uyarıcıya karşı bireyde olumlu ya da olumsuz duygular oluşmuşsa, bu demektir ki, bireyin bu uyarıcılarla daha önce bir ilişkisi olmuş ve o ilişki, dolayısıyla da deneyimler sonucunda bunları kabullenmiş ya da reddetmiştir. Birey ne zaman bu uyarıları anımsasa olumluluk ya da olumsuzluk içinde olacaktır. Dolayısıyla söz konusu uyarıların anımsanması o tutum konusuna yönelik tepkilerin de aynı şekilde olumlu ya da olumsuz olmasına yol açacaktır. Duygusal öğe aynı zamanda bireyin değerler sistemi ile de yakından ilişkilidir. Birey, bir nesne, durum ya da kişi ile ilişkiye geçerken sahip olduğu ya da içinde yer aldığı değer sistemi onun ilişki biçiminin oluşmasına önemli ölçüde etki eder. Diğer yandan duygusal öğe ile davranışsal öğe arasında da yakın bir ilişki var. Ama burada davranışsal öğe genellikle duygusal öğenin sonucu biçiminde yansır. Yani sonuçta ortaya çıkan davranış bir bakıma duygusal öğenin somutluk kazanmasıdır. Çünkü davranış olarak yansımadığı süreci duygusal bir durumu anlamak olanaklı değildir. Bireyin bir nesne, kişi ya da durum, kısacası bir tutum konusuna ilişkin ne tür bir duygusal tepi içinde olduğunu anlamak için o duygusal tepinin davranış olarak sergilenmesi gerekir. O halde duygusal öğe ile davranışsal öğe arasında bir bakıma neden –sonuç ilişkisi de vardır Örneğin, hoşlanmadığımız biriyle karşılaştığımızda yüzümüzü ekşitmediğimiz sürece ona duyduğumuz antipatiyi anlatabilmemiz mümkün değildir. Aynı şekilde sahnedeki bir şarkıcının izleyicilerden aldığı beğeni ve sevgi onların alkışlarında yansır. Bu konuda örnekleri artırmak mümkün. Ancak kısaca söylemek gerekirse duygusal ve davranışsal öğe arasındaki ilişki daha çok bir neden sonuç ilişkisi biçimindedir. Yani davranışsal öğe, çoğu zaman duygusal öğenin sonucu olarak ortaya çıkar. Her sınıflama ya da tutum konusu ile ilişkili duygu öğesi aynı güçte olmayabilir. Başka bir deyişle söylemek gerekirse denebilir ki tutumların oluşmasında etkili olan duygusal, zihinsel ve davranışsal öğelerin her biri her zaman eşit ağırlıkta etki yapmayabilirler. Bir tutumun oluşmasında bazen bu öğelerden biri ya da ikisi diğerlerine baskın role sahip olabilirler. O halde bir tutumun oluşmasında bunların üçünün bir arada olması her zaman gerekmeyebilir. Bu durum duygusal öğe için de söz konusudur. Bir tutumun oluşmasında duygusal öğe ağırlıklı bir rol üstlenirken bir başka tutumun oluşmasında daha az ağırlıklı bir rolde olabilir ya da tümüyle etkisiz olabilir. Bu arada belirleyici olan nokta, oluşumu beklenen ya da istenen tutumun konusunun ne olduğu, nasıl bir ortamda biçimlendiği, ne tür toplumsal ve ruhsal yapılar içinde ortaya çıktığıdır. Bunun yanında tutum konusunun sonuçlarının, birey için taşıdığı önem, o tutumun sonuçlarının toplumsal değeri, onunla ulaşılması beklenen hedef vb. birçok etken de duygusal öğenin, dolayısıyla da diğer oluşturucu öğelerin tutumun oluşmasındaki etkinlik derecelerinin belirlenmesinde etkili olurlar. Örneğin, özellikle profesyonel amaç ve kaygılara dayandırılması gereken kurumsal ilişki ortamında tutumların biçimlenmesinde duygusal öğenin ağırlığının olabildiğince en aza indirilmesi beklenir. Çünkü bu gibi ortamlarda gerçekleşen tutum oluşumunda daha çok bilgi ve deneyimin, yani zihinsel öğenin etkin olması gerekir. Öte yandan aile ortamında ise çoğu zaman duygusal öğenin, tutumların oluşmasında ağırlıklı etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Sözgelimi çocuğunun yanlış davranışlarını gören baba, onu kırmaktan çekindiğinden dolayı gerekli uyarıyı yapamayabilir. Ya da çok sevdiğiniz birinin hatalarını görmezlikten gelerek kabullenmek zorunda kalabilirsiniz. O halde duygusal öğenin tutumların oluşmasındaki ağırlık oranı, çoğunlukla tutumların, içinde biçimlendiği ortamdaki ilişkilerin ne oranda duygusal öğenin etkisinde geliştiği ile ilgili bir durumdur.

        B) Zihinsel (Bilişsel) Öğe

Tutumun konusunu oluşturan kişi, durum, olay veya nesneye ilişkin olarak sahip olunan her tür bilgi, deneyim, inanç ve düşünceyi içeren zihinsel ya da bilişsel öğe (cognitive component) tutumun önemli bir kesitini oluşturmaktadır. Zihinsel öğe bireyin düşünsel işleyiş süreciyle bağlantılı olup, düşünsel ya da zihinsel işleyişin sistemleştirilmesi ve sınıflandırılmasıyla ilgili bir öğedir. Bu sınıflandırmalar bir yandan bireyin, farklı durumlarla, nesnelerle, kişilerle ilgili algılamalarını etkilerken diğer yandan da onun, farklı uyarılara karşı tepkilerinin de birbirinden farklı olmasını sağlar. Birey çevresi ile ilişkilerinde zihinsel sisteminden yararlanır. Bireyin çevresi sayısız uyarıcılarla çevrilidir. Çoğu zaman aralarındaki farklılıklar hayli belirsiz olan bu uyarıcıları birbirinden ayırt etmeye bazen bireyin algılama kapasitesi yetmeyebilir. Bu nedenle birey, uyarıcıları önce kendi aralarında gruplandırır, daha sonra da bu grupları birbiri ile ilişkilendirir. Bu gruplandırma ya da sınıflandırma süreci, bireyin, çevreye tepkisini kolaylaştırırken aynı zamanda onun çevresine uyumuna da yardımcı olur. Tutumun zihinsel öğesi, daha önce de belirtildiği gibi bireyin genellikle çevresindeki uyarıcılara ilişkin olarak yaşadığı deneyimlerden kaynağını alan bilgi birikimine dayanır. Tutumun konusunu oluşturan bir nesne, bir kişi ya da bir durumla ilgili bu bilgiler de çoğu zaman bireyin, o nesne, kişi ya da durumla ilgili olarak yaşadığı deneyimler aracılığıyla elde edilir. Bireyin önce bu tür bir uyarıcının ya da uyarıcı grubunun var olduğunu doğrudan (yüz yüze ya da birebir ilişki sonucu) ya da dolaylı olarak (aracılı) öğrenmesi gerekir. Varlığından haberdar olunmayan bir duruma ilişkin tutum oluşamaz. Tutum konusu hakkındaki bilgiler, gerçeklerle ilgi derecesi oranında kalıcı ya da geçici olur. Bilgi değişikliği tutum değişikliğini yaratabilir. Örneğin reklam programlarından etkilenerek çok “temizleyici” olduğuna inandığımız bir deterjanı, satın alıp kullandığımızda hiç de temizleyici olmadığını gördüğünüz zaman, önceden sahip olduğumuz bilgi değişir. Bu durumda mevcut tutumun yönü ve yoğunluğu aynı kalmayıp, reklamın güdüleyici (motivational) etkisi ortadan kalkar.

 

C)Davranışsal Öğe

Davranışsal öğe, bireyin belli bir uyarıcı grubundaki tutum konusuna karşı davranış eğilimini yansıtır. Bu davranış eğilimleri sözler ya da diğer hareketlerden gözlemlenebilir. Bunlar bireyin alışkanlıkları, normları ve söz konusu tutum nesnesi ile doğrudan ilişkili olmayan tutumlarının da etkisi altındadır. Bu nedenle davranışsal öğeden söz ederken önce iki tür davranışı birbirinden ayırmak gerekir: Bunlardan biri duygusal davranıştır, diğeri ise kuralsal (normatif) davranıştır. Duygusal davranış, tutum konusunun hoşa giden ya da gitmeyen bir durumla ilişkilendirilmesi sonucu ortaya çıkar. Örneğin, yüzyıllardan beridir İngiltere’de yaşamalarına ve orayı kendi ülkeleri olarak görmelerine karşın, Hindistanlılar ve Pakistanlılar, İngilizler tarafından çoğunlukla dışlanırlar, iyi eğitim görseler ve başarılı bireyler olarak kendilerini kanıtsalar bile saygın mesleklere girmeleri genelde engellenmeye çalışılır. Diğer yandan, duygusal davranışın temelinde iki boyut vardır:

Negatif ya da Pozitif duygu.

Başka bir deyişle ilişki kurma ya da kurmama eylemi söz konusudur. Bu da üç tip davranış biçiminde ortaya çıkar:

Tutum konusuna yaklaşma, karşı koyma ya da kaçınma. Herhangi bir davranışın tutum konusuna karşı,

 

(a) belirli ölçüde ilişki arama ya da ilişkiden kaçınma eğilimi,

(b) belirli ölçüde olumlu ya da olumsuz duygu içerdiği düşünülebilir.

 

Yoğun yaklaşma durumu ise iki şekilde olur:

 

Olumlu yaklaşma ve olumsuz yaklaşma.

En az yaklaşma durumu ise tutum konusundan kaçıştır. Olumlu-olumsuz duygu doğrusunun bir ucunda özveri, diğer ucunda ise, tutum konusunu ortadan kaldırma (tahrip) isteği olabilir. Normatif davranış ise doğru davranışın ne olduğu konusundaki İnançlara dayanan davranıştır. Başka bir deyişle kuralsal yâda normatif davranışa dayalı olarak geliştirilen veya oluşturulan tutumların kaynağında daha çok akla ve mantığa dayalı öngörüler ve yargılar yer alır. Rasyonel değerlendirmelerin ardından kuralsal davranış temelli tutumlar oluşturulur. Resmi nitelikteki kurumsal ilişkilerde egemen olan genellikle bu tür davranış biçimidir. Çünkü bu tür ortamlarda geliştirilen davranışlar ve bunlardan kaynaklanan tutumların temelinde her şeyden önce içinde yer alınan kurumun çıkarları yatar. O nedenle de kişiler arası ilişkilere yön veren davranışlar ve bunlardan kaynaklanan tutumlar çoğunlukla kurumun çıkarlarını gözetmeye dönük rasyonel değerlendirme süreci içinde ortaya çıkar ve gelişir. Kuralsal davranışlara dayalı tutumların oluşumuna elverişli ortamlardan biri de küçük gruplar ve alt kültürel alanlardır. Bilindiği gibi küçük gruplar ve alt kültürler kendi iç dinamiklerine sahiptirler. Her bir alt kültür grubunun ya da küçük grubun kendi grup normları vardır. Bu normlar grup üyesi bireylerin davranış biçimlerine de yön verici niteliktedirler. Bireyin bağlı olduğu grup ya da alt kültürde, eğer belli bir davranış doğru olarak niteleniyorsa, grup üyesi birey bunu onaylamasa bile o grup dinamiği içinde o davranışı ortaya koymak zorundadır. Çünkü grup dinamiğinin, dolayısıyla da grup normlarının gruba üye olan bireyler üzerinde oldukça katı yaptırımları vardır. Grup normlarına uymayanlar grup dışı kalma riskiyle her zaman karşı karşıya bulunurlar. Sözgelimi tipik davranış biçimleri, ellerindeki zincirlerle oraya buraya saldırmak, karşılarına çıkan insanlara şiddet uygulamak olan bir motosikletliler çetesinin içinde yer alan gençlerin tümünün sadist kişilik özelliğine sahip oldukları söylenemez. Ancak o çetenin üyeleri oldukları sürece bu tür davranış biçimlerini sergilemek zorunda kalırlar. Burada ne akıl ne de duygu davranışın ortaya çıkmasında belirleyicidir. Belirleyici olan temel faktör grup normudur. Kurt Lewin, Muzaffer Sherif gibi araştırmacılar tarafından küçük gruplar üzerinde yapılan araştırmalarda da grup normlarının, davranışların biçimlenmesinde ve tutumların oluşmasında ne denli etkili oldukları ortaya konmuştur. Marjinal nitelikteki alt kültürel grup ortamlarında ise grup normlarının katılığı ya da esnekliği, alt kültürel grubun özelliklerine bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Bazı sıra dışı kültür gruplarında kurallar son derece katıdır. Örneğin, holiganlar, satanistler vb. sıra dışı kültürel gruplarda grup normlarına uymayan, grup normunun gerektirdiği davranışı sergilemeyen üye, gruptan atılır ya da grup normlarının gerektirdiği biçimlerde cezalandırılır. Şiddet üzerine temellenmeyen, daha çok eğlence merkezli sıra dışı kültürel gruplarda ise normlar daha yumuşak ve esnektir. Punkçular, rockçılar, heavy metalciler vb. müzik gruplarında grup normları esnek olup bunlara dayalı davranış biçimleri daha çok simgesel etkileşim ortamı yaratmaya dönüktür. Giyim biçimi, konuşma biçimi, dinlenilen müzik, dans edilen mekânlar vb. Bu gibi alt kültürel gruplarda önemli olan, kişinin kendisini o gruba ait hissetmesidir. Bunun için zorlamadan çok gönüllülük esastır. Ancak alt kültürel gruplarda da grup normları katı ya da esnek olsun sonuçta grup üyesi bireylerin davranış biçimlerinin yönlendirilmesinde etkilidirler. Dolayısıyla da grup içinde ortaya konulan davranış biçimleri bireylerin tutumlarının yönünü ve biçimini de önemli ölçüde etkilerler. Tutumların kaynağını oluşturan davranışların duygusal ve kuralsal boyutlarını birbirinden kesin çizgiyle ayırmak pek de mümkün değildir. Hatta çoğu zaman her iki boyut iç içe geçmiş olup birbirini etkiler durumdadır. Normatif ilişkilerin en yoğun olduğu kurumsal bir ortamda bile duygu boyutunu tümüyle dışlamak olanaklı değildir. İnsan unsurunun olduğu her yerde duygu öğesi bir yerden, belli ölçüde de olsa işin içine girer. Diğer yandan tümüyle duygulara dayandığını varsaydığımız davranış biçimlerinde bile belli ölçüde normatif ya da rasyonel öğeler vardır. Sonuçta bir sosyal ilişki ortamında yaşamaktayız. Bu ortamda insan olmanın gereği olmak üzere duygular, sosyal bir ortamda bulunmanın gereği olarak da kurallar etkilidir. Ağırlıklı öğenin hangisi olduğu ise işin analiz kısmında bizi daha çok ilgilendirir. Özet olarak tutumun varlığı, ancak yansıttığı varsayılan birtakım gözlemlenebilir davranışlardan çıkarsanabilir. Herhangi bir tutum konusuna karşı, herhangi bir davranış söz konusu değilse, böyle bir tutum, çevredeki bireylerce gözlemlenemeyeceğinden bilinemez. Bu nedenle, tutum olgusunda, en azından psikolojik gözlem açısından, davranışsal öğe kavramına yer vermek gerekir. Tutumları zihinsel, duygusal, davranışsal öğelerden oluşan psikolojik değişkenler olarak ele aldığımızda, ne kadar karmaşık süreçlerin etkisinde oluştuklarını görmekteyiz. Bu üç öğe, genellikle kendi aralarında ve aynı sınıfa giren uyaranlar arasında, bireyin çevresine uyumunu kolaylaştırma açısından, bir tutarlılık oluştururlar. Özetle söylenecek olursa denebilir ki bu üç tutum öğesi karşılıklı etkileşim içindedir ve birinde ortaya çıkan bir değişiklik, tutarlılığı korumak için, diğer öğelerle zincirleme bir değişime neden olur. Yani, bireyin bir tutum konusuna karşı olumlu-olumsuz tavrı değiştiğinde, ona karşı tutumunun zihinsel ve davranışsal öğesi de yeniden düzenlenir.
             

         

Tutumun İşlevleri

 

Tutumların, bilgi birikimi sağlamak, araçsallık, değer ifade edicilik ve ego koruyuculuk olmak üzere dört temel işlevi vardır. Buna göre tutumlar, birey için bilgi birikimi sağlarlar; bireyin amaçlarına ulaşmasında araçsal rol oynarlar; onların amaçlarına ulaşmada uygun yol ve yöntemleri seçmelerine aracı olurlar; bireylerin değer yargılarına uygun seçim yapmalarına yardımcı olurlar ve sonunda da bireyin algılamasının dış etkenlerden olumsuz etkilenerek sapmasına ya da bozulmasına engel olarak algıda tutarlılık sağlanmasına katkıda bulunurlar. Tutum değişimi konusuna işlevsel yaklaşımlar, tutumların bireyin birtakım amaçlarına hizmet ettiklerini, diğer bir anlatımla, bireyin birtakım gereksinmelerini gidermesine aracılık ettiklerini belirtmektedir. Tutumlara bu açıdan yaklaşan Katz ve Stotland‘ın kuramı, tutumların işlevlerinin bilinmesinin, tutum değişimi için kullanılacak süreçlerin saptanmasında bize yardımcı olduğu vurgusunu yapar. Tutumların gerisindeki güdüsel süreçler değiştikçe tutum değişiminin koşulları ve teknikleri de doğal olarak farklılaşır. Katz ve Stotland özgül tutum değişimi koşullarını belirlemeye çalışarak buradan hareketle tutumların dört işlevi olduğunu ileri sürerler.

• Araçsallık (uyumsal-yarar) işlevi

• Ego-savunmacı işlev

 • Değer ifade edici işlev

• Bilgilendirme işlevi

 

 

A)TUTUMUN ARAÇSAL (UYUMSAL YARAR)    İŞLEVİ

 

Bazı tutumların birey için içerdiği öncelikli anlam, sağladığı yarardır. Bu tür tutumlar bireye yarar sağlayan araçsallıkları bakımından, içinde yaşadıkları toplumsal koşullar ile bireyi belirli bir uyum içinde tutma özelliğine sahiptirler. Örneğin, işinin gerektirdiği bilgi ve beceriye sahip olmamakla birlikte amirine karşı itaatkâr bir tavır sergileyen memur o itaatkâr tavrının karşılığında eriştiği çıkarlardan yoksun kalmamak için bazen istemese bile tavrını sürdürür. Çünkü burada ortaya koyduğu tutum kişiye birtakım yararlar sağlarken diğer yandan da kişinin, amiriyle iyi ilişkiler kurarak çalıştığı kurumda kendisini daha huzurlu hissetmesine de olanak verir. Böylece burada tutumun hem yarar sağlayıcılık hem de uyumlaştırıcılık işlevleri gerçekleşmiş olur. İnsan, toplumsallaşma sürecinin başından İtibaren, kendi ihtiyaçlarını gidermeyi temel amaç olarak görür ve bu doyumu sağlayıcı nitelikteki şeylere karşı olumlu tutumlar oluşturur. Bu olumlama kişinin dış çevresiyle geliştirdiği ilişkilere de yansır. Bu nedenle birey, amacına ulaşmak için çevresiyle kurduğu ilişkilerde kendisi için olumlu, yararlı gördüklerini uyumluluk ilişkisi içinde temel davranış kalıbı olarak geliştirir. Bu amaçla uyumlu tutumlar geliştiren birey daha üst düzeydeki amaçlarına ulaşmada tutumlarını araç olarak kullanır. Araçsal işlev, bireyin en fazla ödül ve en az ceza beklentisi varsayımına dayanmaktadır. Birey ödüllendirici ya da ödül içeren durumlara, nesnelere veya kişilere karşı olumlu, cezalandırıcı ya da ceza içerenlere -yasal veya sosyal- karşı ise olumsuz tutum ortaya koyar. Bir işlevi yerine getiren tutumlar, bireyi amaçlarına ulaşmada araç olacak durumlara yöneltir (yaklaşma), engelleyici olanlardan ise kaçınmasını (sakınma) sağlar. Bu araçsallık, bireyin ya geçmişe dönük yaşam deneyimlerine dayanır ya da geleceğe dönük amaçlarına ulaşmada araç olarak işlev görür. Bu durumlar, nesneler ya da kişiler birey tarafından bir gereksinimi gidermede ne kadar anlamlı, önemli başka bir deyişle işlevsel görülüyorsa, ona ilişkin olarak geliştirilen tutum da o oranda olumlu olacaktır. Tutumun yararlılığı, amaca ulaşmada araçsallığın, daha çok toplumsal uyumu sağlayıcı bir işlevi olması nedeniyledir. Bireyin çevresinde çok çeşitli ve karmaşık toplumsal uyarıcılar vardır; bu nedenle birey çevresine uyumunu kolaylaştıracak biçimde tutum pekiştirir, geliştirir veya değiştirir. Araçsal nitelikteki tutumlar daha kolay değişebilir. Bireyin daha önceki araçsal tepkilerinin, geçerliliğini yitirdiği durumlarda, uyma davranışı (adaptation) ortaya çıkar ve birey, tutumlarını, yeni durumlar sonucu oluşan gerçeklere uygun biçimde değiştirir ya da onları daha nötr bir nitelikle ortaya koymayı tercih edebilir.

 

B)TUTUMLARIN EGO SAVUNMACI İŞLEVİ

 

Tutum, aynı zamanda bir savunma mekanizması olarak EGO’yu koruyucu bir işlev görür. Bireyin kişiliğini koruyan ve temel değerlerine yönelik her türlü tehlikeyi önlemeye yönelik bir yapıya sahiptir. Ego savunmada işlev, bireyin tanımak ya da bilmek istemediği öz-algılamalarından kendini koruma isteğidir. Yani birey kendisine ilişkin kabul etmediği gerçekleri reddederek, egosuna güvenini korumaya çalışır. Freud’un bilinçaltı savunma mekanizmalarında olduğu gibi, birey belirli nesnelere, durumlara ya da kişilere karşı tutumlar geliştirerek öz benliğini sarsıcı duygulardan arınır. Birey doğal olarak benliğini koruyucu nitelikteki tutumlar geliştirmeye çalışır. Freud’un kişilik yapısı kuramına göre; birey kendisi ile ilgili her türlü gerçeği, inancı ve bilincini dış dünyanın katı ve yıpratıcı gerçekleri ile karşı karşıya getirerek çatışmaktan kaçınır ve sürekli bir ego savunma mekanizması geliştirir. Ego savunma mekanizması kendini iki biçimde açığa vurur. Birincisi var olan sorunu yadsıma ve hiç yokmuş gibi davranma eğilimidir. Bu tür bir savunma mekanizması bireyin psikolojik yapısı bakımından tehlikeli sonuçlar yaratabilir. Şöyle ki birey, varlığından emin olduğu, çok yakınındaki bir durumdan sürekli kaçınmaya, onu yadsımaya çalışarak bir bakıma kendisini baskılamış olur. Ki bu da uzun vadede bireyde psikolojik anlamda birtakım rahatsızlıklar oluşmasına yol açabilir. Sıkça karşılaşılan depresif ve saldırgan kişilik özelliklerinin temelinde çoğu zaman bu tür baskılamaların yattığı bilinmektedir. Diğer yandan çoğu zaman bir durum karşısında kendisini baskılayan kişinin, baskılama kaynağı durumun ortadan kalkmasıyla abartılı birtakım davranışlar içerisine girmesi de yine baskılamayla ilgili durumlardır. Sözgelimi aşırı baskıcı geleneklerin egemen olduğu kapalı bir toplumsal ortamda uzun süre yaşadıktan sonra oldukça açık, modern bir toplumsal ortama giren kişi tavır ve davranışlarını belli bir dengede tutturamayarak ölçüyü kaçırabilir. Bu gibi durumlarda çoğu zaman kişi öncekinin tam zıddı tavır ve davranış biçimleri geliştirebilir ki bu da onun tutumlarında radikal bir dönüşüm ya da değişim durumunu beraberinde getirir. Geleneksel aile ortamından çıkıp moda dünyasının parıltılı podyumlarına ani giriş yapan genç kızların buna bağlı olarak yaşam biçimlerini tümüyle değiştirmeleri gibi. Bir diğer durum ise çarpıtma olarak bilinir ve algılama düzeyinde ortaya çıkan değişmeyle birlikte ortaya çıkar. Burada bireyin algılama düzeyi ya tümüyle değişmiştir ya da daha düşük düzeyde işleyiş gösterir. Bu gibi durumlarda ortaya çıkan tutumların kaynağında çoğu zaman ya bilgi yetersizliği, yanlışlığı ya da önyargılar vardır. Bu tür savunma mekanizmaları insan davranışlarında ortaya çıkan tutarsızlık ve çelişkilere önemli ölçüde kaynaklık ederler. Kendisini düşük değerleyen bir kişi, bu duygusunu gizlemek için kendini içinde güçlü hissedeceği bir ideolojiye adar ve bu şekilde özsaygısını koruyucu bir mekanizma sağladığını sanar. Aynı şekilde otoriter kişilik yapılarının temelinde de çoğu zaman zayıflık ve çaresizlik vardır. İlkeli olmak adına kendisini katı kurallar içine hapseden, yaşamındaki her şeye, kuşatması altında olduğu bu kurallar içerisinden bakan birinin, bütün bu otoriter kişiliğinin temelinde yatan da aslında çoğu zaman çeşitli konulardaki bilgi yetersizliği, yeteneksizliği, çaresizliği ve bunlardan kaynaklanan komplekslerini gizleme yönünde duyduğu gereksinimdir. Bu tür telafi mekanizmaları bireyin psikolojik iç çatışmaları sonucu oluşan güvensizlik duygularından kaynaklanır. Bunlar aracılığıyla birey bir yandan kendisini bir bunalım ya da ruhsal çöküntüyle karşı karşıya kalmaktan kurtarırken diğer yandan da duygusal gerilimini azaltır. Bu gibi yararlar sağlamasına karşın bu tür davranışsal, ruhsal ve duygusal sapmalar bireyin çevresine uyumunu önemli ölçüde engellerler.


C) TUTUMUN DEĞER İFADE EDİCİ İŞLEVİ

Tutumlar, psikolojik kimliğe ilişkin değerleri açıklayıcı özelliklere de sahiptirler. Birey kendini, öz değerleri açısından ifade etmek ve görmek istediği biçimde algılama sağlayan tutumlar da geliştirir. Bu işlevi gören tutumlar bireyin benlik kimliğini tanımlar ve güçlendirir. Birey kendisini tanımlamak için tüm düşüncelerini benlik kimliği çerçevesinde geliştirir. Benlik kimliği bireyin bağlı bulunduğu gruplardan, içinde yaşadığı topluma kadar tüm belirleyici etmenler ile gerçekleştirmek istediği özlemler ve beklentiler arasındaki bağı oluşturur. Bir kişinin becerisi ve yeteneklerini algılama biçimine bağlı olarak geliştirdiği düşünceler ve kendisini, kendi görüşlerine göre tanımlaması, benlik kimliği kapsamına girer. Bu işlev bireyin, merkezi (central) değerleri ile tutarlı tutumlar yansıtma isteğine dayanır. Bu durumda birey kendisi ve değerleri ile ilgili, en önemli gördüğü konuları ifade etme eğilimindedir. Bireyin bu tutumlarla elde edeceği ödül sosyal kabul görme ya da maddi ödül değildir; daha çok, kimliğini ortaya koymak ve kendini değerleme biçiminin onaylanması ile elde edeceği manevi ödüldür. Daha önceki tutumları, bireyin kimliğine temel olacak öz görüntüsünü yansıtmıyorsa, birey tutum değiştirir. Yeni tutumların yeni çevresel koşullarla desteklenmesi durumunda tutum değişimi daha kolay gerçekleşir. Burada hem çevrenin yeniliklere açık olması hem de bireyin yeni durumlara uyum sağlayacak açık ve esnek kişilik özelliğine sahip olması gerekir. Ki bunlar da çoğunlukla toplumların modernlik ölçüleri ve kişilerin eğitim düzeyleri ve bilgi birikimlerine bağlı olarak oluşan durumlardır. Nasıl ki geleneksel öğelerin egemen olduğu kapalı toplumsal ortamlarda yeni davranış biçimleri, dolayısıyla tutumların kabul görmesi zordur, bilgi birikimi olmayan, çoğunlukla da tutucu kişilik özelliklerine sahip bireylerin de yeni ortamlara yönelik yeni tutumlar ortaya koymaları çoğu zaman olanaksızdır.

 

D)TUTUMUN BİLGİ İŞLEVİ

 

Tutumlar salt istek ve beklentilerin doyumu amaçlı ortaya çıkmazlar, bireyin sahip olduğu bilgi birikimi doğrultusunda istediği bilgiye ulaşmasındaki araçsallıkları açısından da oluşturulabilirler. Bireyin, eğer bir şey hakkında hiç bilgisi yoksa çeşitli araçlar kullanarak konu ile ilgili pozitif veya negatif tutumlar oluşturabilir. Ancak bu biçimde tutumların salt bilgi ile ortaya çıkması çok enderdir. Genellikle salt bilgi, tutumu belirlemez. Ancak bireyin belli bir konuya ya da duruma ilişkin bilgi birikiminin artışına koşut olarak o durum ya da konuyla ilgili önceden sahip olduğu tutumlarda değişiklik ortaya çıkabilir. O halde tutum değişiminde bilgi tek başına yeterli bir etken olmamakla birlikte çoğu zaman önem sırasında öncelikli bir etken olabilmektedir. Sözgelimi hakkında duyduğumuz çeşitli dedikodulardan hareketle soğukluk beslediğimiz bir kişiyi tanıdıktan sonra onunla ilgili olumsuz tutumlarınızın yerini tümüyle olumlu tutumlar alabilir. Bilgi kaynakları, içinde yaşadığımız karmaşık dünyada çok çeşitli ve farklı değerdedir. Bu değer farklılığı, tutumların, ilgili oldukları durumlara uygun olarak ortaya çıkmalarından kaynaklanır. Eğer böyle değilse bu demektir ki birey bu karmaşık tutumların oluşturucu bilgisel donanımını elde etmede değişik otoritelerin etkisi altındadır. Bireyde batıl İnanç, vehim, önyargı gibi gerçeklik niteliği olmayan etkenlerin etkisiyle oluşan ve gerçekliğe uymayan tutumlar da meydana gelir. Birey elverişsiz koşullar altında birtakım durumlara ya da olaylara ilişkin eksik ve sağlıksız bilgiler edinebilir. Kendi kendine bilgi edindiği zaman bireyin yanılma tehlikesi çok daha fazladır. Birey genellikle gerçek ile gerçek olmayanı ayırt edecek kadar eğitim görmemiş olabilir. Ancak belli bir durum ya da olaya ilişkin bir tutum oluşturmak ihtiyacında ise ve çeşitli kitle iletişim araçlarından (gazete, kitap, radyo, sinema gibi) veya doğrudan etkileşim ya da deneyim yoluyla bilgi edinemezse kendi kendisine birtakım olaylar ya da durumlar icat eder, aralarında birtakım bağlantılar kurar, neden sonuç iliş- kileri üretir ve birtakım sonuçlara ulaşarak bunların sonucunda birtakım tutumlar oluşturur. Batıl İnanç, vehim ve önyargıların kaynağını bu yöndeki davranış ve eğilimlerle açıklamak mümkündür. Tutumlar, bireylerin dış dünyayı algılamada bazı temel ölçütler geliştirebilmelerine olanak sağlayan bilgiler edinme ve bu bilgiler aracılığı ile dış dünyayı, oradaki karmaşık ilişkileri anlamlandırma ve bu anlamlandırmaya göre algılamasında örgütsel bir bütünlük oluşturma ihtiyacına dayanır. Birey karmaşık bir nitelik taşıyan evreni, insan ilişkilerini ve kendi dışındaki dünyayı, ancak zihninde sistemli bir düzene sokarak anlayabilir. Bu düzenlilik kuşkusuz bireyin algı- lama düzeyi ve algılama enerjisi ile de ilişkili olarak gerçekleştirilir. Bireyin çevresinde sayısız uyarıcı vardır ve her zaman bu uyarıcıların tümü üzerinde yargıya varabilecek yeterli bilgi, kültür, algılama enerjisine sahip olamayabilir. Bu nedenle birey, bu sayısız uyarıcıları pratik olarak kategorize eder. Bu soyut kategoriler arasındaki ilişkileri ilişkilendirerek genellemelere gider. Basmakalıp yargılar ve inançlar bu şekilde oluşurlar. Bu nitelikteki tutumlar, basite indirgeme özellikleri nedeni ile son derece karmaşık toplumsal ortam karşısında, oldukça benzer tepki gösterme kolaylığı sağlamaları açısından, bireye gelecekteki yaşamına dair bir yön belirlemesinde yardım ederler. Bu tür tutumların, karşıt bilgiler edinildiğinde değişime açık olacakları ileri sürülebilir. Ancak bu, daha önce de belirttiğimiz gibi, her zaman böyle basit bir süreç değildir. Kendilerine yeni bilgiler iletildiğinde bireyler, bu bilgilere seçmeci biçimde açık olurlar. Bireyin salt bir biyolojik organizma olarak algılanmaması gerektiğini biliyoruz. Birey uyarıcıları seçimleyici algılamada olduğu gibi bilgiye de seçmeci olarak açıktır. Zihninde yerleşmiş danışma çerçevesine uyarı bilgileri alır, diğerlerini dışlar ya da algılamasını bilinçli olarak saptırır. Bu görüş insanların bilgi işleme kapasitelerinin, çevrelerindeki karmaşık olguları değerlendirmek için yetersiz olduğu varsayımından hareket ederek, tutumların bu olguları basite indirgeyip, örgütleyerek, bireyin çevresi ile uyumunu kolaylaştırdığı varsayımına dayanır. Bu işlevin yanı sıra, insanlarda doğal bir bilme, öğrenme (merak, buluş, icat dürtüleri gibi) gereksinimi olduğu ve bunun herhangi bir dürtüsel eylemden kaynaklanarak da olabileceği görüşü önem kazanmaktadır. Tutumların açıklamaya çalıştığımız tüm bu işlevsel özelliklerinin, kişiden kişiye değişen bir yapısı vardır. Düzenli örgütlenmiş ve kalıplaşmış bir yapı oluşturan tutumlar, bireysel farklılıklar ne olursa olsun yine de bazı temel psikolojik mekanizmaların oluşmasında, işleyişinde ve değişmesinde önemli rol oynarlar. Böylece de tutumlar bireyin dış dünyaya bakış açısını oluşturan düşünsel süreci meydana getirirler.

 


 

TUTUM VE DAVRANIŞ İLİŞKİSİ

 

Tutumların davranışların gerisindeki yönlendirici güçler olduğu bilinmektedir. O halde tutum dinamiğinin incelenmesi ile bir yandan, tutumların işleyiş biçimine ilişkin birtakım çıkarsamalar elde edilerek davranışların ön kestirimi olanağı sağlanacaktır. Diğer yandan ise tutum değişimi sürecinin koşulları saptanarak tutumlar kontrol altına alınırken aslında insan davranışının denetimi gerçekleştirilmiş olacaktır. Bunun da günümüzde, özellikle toplumları, daha genel bir deyişle sistemi denetleyenler, toplumu yönetenler, pazarlama, reklam, halkla ilişkiler vb. faaliyetler ile uğraşanlar, medya profesyonelleri vb. gibi kimseler ve kesimler açısından önemi büyüktür. Çünkü sözü edilen alanlarda çalışanların işlerinin temelinde bireylerin tutumlarında, dolayısıyla da davranışlarında yönlendirme ya da değişiklik yapabilme çabası yatar. Burada sözü edilen reklamcılık, halkla ilişkiler, medya, politika vb. uğraş alanlarının günümüzün egemen sistemi haline gelen kapitalist sistemin türevleri olduğu ve söz konusu sistemin işleyişinde köşe başlarını tuttukları göz önüne alınacak olursa tutum araştırmalarının da ne denli merkezi bir öneme sahip olduğu çok daha kolay anlaşılabilir. Tutum araştırmaları, bireylerin herhangi bir durum, nesne, kişi, olay vb. karşısında ortaya koymaları olası tepkiye iliş- kin çıkarsamaların yapılabilmesine, taktik ve stratejilerin ona göre saptanmasına yardımcı olabilir. Tutum araştırmaları ile ayrıca tutum değişikliklerinin oransal ve yönelimsel ölçümleri yapılarak bunun sonucunda ortaya çıkması olası davranış veya tepkilere ilişkin birtakım öngörülerde bulunulabilir. Bu çıkarsama ve öngörülerden hareketle belli durumlar, olaylar vb. karşısında beklenilen ya da istenilen tutumların oluşturulması ve davranış biçimlerinin ortaya konulması için gerekli önlemler alınabilir, koşullar sağlanabilir. Son yıllarda, tutum alanında yapıları araştırmaların odak noktası, bireyin tutumu ile davranışı arasındaki ilişkinin yönü (bilişsel çelişki kuramı) ve bireyin tutumlarını değiştirmede ikna edici etkileşim yöntemleri olmuştur. Özellikle bu iki noktada yoğunlaşan araştırmalar ve elde edilen sonuçlar, tutum değişimi konusuna açıklık kazandırmıştır.





 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol